Wednesday, July 21, 2010

Kronik Yönetici Hastalığı

Görüştüğümüz bir çok yönetici, çalıştığı kadrolardan şikayetçi gözüküyordu. Hatta bir kısmı umudunu yitirmiş, bu durumu da kabul etmiş gözüküyor. Gelen, gideni aratır gibi bir kalıp içine de sığınarak mevcut gidişi destekliyor. İşte biz buna kronik yönetici hastalığı diyoruz. Bu ortam ne çalışana ne de yöneticiye fayda sağlıyor. Her iki tarafın da gün geçtikçe umutları yok olmaya başlıyor ve bir gün pazar şartları ya da üst yönetim dramatik bir karar almak zorunda kaldığında iş işten geçmiş oluyor.

İnsanlar kendi sağlıkları bozulduğunda ne yapar, doktora gider değil mi? Gitmezseniz ne olur hastalık kalıcı bir şekilde bedeninize yapışır. İnsan Kaynaklarının en önemli görevlerinden biri şirket içinde benchmark yaparak, yöneticilerin çalışanları ile ilişkilerinde beklentilerini nasıl yönettiklerini keşfetmektir. Bunu yapabilmek için üst yönetim desteği alınması ve bazı araçları kullanmaları gerekir. 180 derece ya da 360 derece performans değerlendirmesi bu konuda sadece bir araç. Hedef Odakli performans yönetimi ve yetkinliklerin ölçülmesi diğer araçlardır. Aslında bu araçlar olmadan da yöneticiler kendi başlarına çalışanlarını karşılarına alıp, ne beklediklerini, hedeflerini ve bu hedeflere nasıl ulaşılmasını istediklerini, bu amaçla ne tür kaynaklar ile destekleri sunabileceğini anlatsalar, işin yüzde 75 i çözülür.Yüzde 25 de subjektif değerlendirmelerden dolayı çözülmeyebilir. Ama en profesyonel araçlar kullanıldığında bile bu oran yakalanamaz.

Yönetici iletişimi ne kadar önemli ise, çalışan iletişimi de o kadar önemlidir. Çalışan kendinden beklenenleri anlamadığını doğru bir şekilde ifade edebilse, ve bu beklentileri karşılayabilmek için, ne tür destek ve kaynaklara ihtiyacı olacağını belirleyip isteyebilse, iş yine çözülür.

Kronik Yönetici hastalığının en iyi tedavisi: Ne isteniyor?, Nasıl yapılması isteniyor? Ne zaman Yapılması isteniyor? Neden Yapılması İsteniyor? Sorularını sormak ve cevap alabilmekten geçiyor.

Tayfun Türkalp

Tuesday, July 13, 2010

Thursday, February 25, 2010

Türkiye Bilgi Toplumu Yarışında Nerede ?

Mustafa Akgül Hoca'nın Konuşmasından


Türkiye Osmanlı geleneğini devam ettirerek mehter marşını çağrıştıran bir görüntü sergiliyor: iki ileri bir geri. Maalesef, ülkemiz bir bütün olarak, işin boyutlarını kavramış, katılımcı mekanizmalarını kurmuş, strateji ve eylem planını yapmış, emin adımlarla ilerleyen bir görüntü veremiyor. Kaba cizgilerle dünya ortalamasını yakalamış, ama AB ve OECD'de genel olarak en geride, 100 ülke arasında genelde 50-60 arasında, 190 ülke arasında 70-130 gibi konumlarda oynuyor. Halkımızın %35'u internet kullanıyor; ama interneti hiç duymamış olanlar önemli miktarda; kadın-erkek, şehir-kırsal farkı önemli. 2006-2010'u kapsayan, ama Entelektüel çevrelerin bile bilmediği, bir strateji ve eylem planımız var; ama hala başlamamış eylemler var: Bilgisayar Mühendisliği için öğretim elamanı yetiştirme, eylem planını tanıtma, geri besleme alma, kamuda açık kaynak kullanan pilot kurum gibi. 130 civarında eylemden 10 civarında olanı bitmiş durumda. 2 yıl gecikmeyle açılan e-devlet kapımız var; ama üzerinde işlem yapmak isteyen yurttaş sayımız
25 binin altında. Ülkemizi bilgi toplumuna taşımakla görevli DPT Bilgi Toplumu dairesi 5 kisi ile başladı, halen 10 kişi civarında, BTK "Sansür" dairesine 90 kişilik kadro verildi, ve 33 kişi ile başlandı.
Ülkemizde ana işi Bilgi Toplumu olan en yüksek kamu görevlisi bir daire başkanı. Öte yandan, serbestleşme kağıt üzerinde başarılmış, ama fiili tekel devam ediyor ve oligopol dışı firmaların pazar payı hala %10 civarında, bu Avrupada ortalama %50'larda. E-dönüşüm İcra Kurulu ve kuruldaki STK'lar önemli bir gelişme ama, Yönetişim, siyasal sahiplenme, örgütlenme, serbestleşme, insan gücü planlaması, sayısal uçurum konularında ciddi sorunlar var.